Laiklik; insan aklının dogmalara tutsaklıktan kurtularak özgürleşmesi, bilimsel bilgi ile donanarak aydınlanmasıdır.
Demokratik bir yönetim ve hukuk devleti idaresinde barış içinde birlikte yaşamanın güvencesidir laiklik.
Uluslaşmak ve ulusal bağımsızlık, düşünce ve ifade özgürlüğü, bilim ve sanatta yaratıcılık ve üretkenlik, kadının eşit ve özgür birey olarak yaşamın her alanında yer alması, fikri hür irfanı hür vicdanı hür nesiller yetiştiren çağcıl ve bilimsel eğitim, bütüncül kalkınma, hakça bölüşüm, emeğin en yüce değer olduğu bilinci, bağımsız yargı, uygar dünyanın onurlu üyesi olmak, kısacası; insana yaraşır bir yaşam ancak laik devlet, laik yurttaş ve laik toplumla olanaklıdır.
Laiklik, din ve devlet işlerinin değil, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır!
10 Nisan 1928, uzun yıllardır siyasi iktidarların görmezden geldikleri, unutturmak için ellerinden geleni yaptıkları Laik Cumhuriyet’in ve Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımının atıldığı gündür.
9 Nisan 1928 tarihinde Başbakan İsmet İnönü ve 120 milletvekili tarafından verilen ve 1924 Anayasası’nın; "Türkiye Devleti’nin dini, Din-i İslam’dır, Resmi Dili Türkçedir, Makarrı Ankara şehridir" diyen 2. maddesinden “dini, Din-i İslam’dır" ibaresini, 16. maddesindeki milletvekili yemini ile 38. maddesindeki Cumhurbaşkanı yemininden “Vallahi" sözcüğünü ve 26. maddesinden din işlerinin düzenlenmesini TBMM’nin görevleri arasında sayan cümleyi çıkartan yasa önerisi 264 üyenin oy birliği ile kabul edilmiş ve 10 Nisan 1928 tarihli Resmi Gazete’de 1220 sayı ile yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylelikle laiklik kanun olarak da devlet ve toplum yaşamında yerini almıştır.
İnsan topluluklarında tarih boyunca kaba kuvvet, aile, büyücülük, doğa güçleri ve benzerlerine dayanılarak kullanılan yönetme erki, devletlerin ortaya çıkmasıyla ve zaman içinde tanrı adı verilen ilahi referanslarla kullanılır olmuştur. İnsanlık tarihinde tanrısal yönetim yetkisine ilk güçlü itiraz 1789 Büyük Fransız Devrimi ile gelmiş, bu devrim, uluslaşmayı ve Ulus Devletleri de beraberinde getirmiştir.
1789 Fransız İhtilali Osmanlı’yı da etkilemiştir. Mutlakiyet karşıtı hareketler başlamış, hürriyet (özgürlük), müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) fikirleri Namık Kemal, Tevfik Fikret,
2/2
Ziya Paşa gibi şair ve aydınlar öncülüğünde yayılmıştır. Yeni Osmanlılar, Jön Türkler adlarıyla örgütlenen kitlelerin güçlü direnişleriyle 23 Aralık 1876’da Mithat Paşa başkanlığındaki komisyonun hazırladığı Kanun-ı Esasi’nin (Anayasa) yürürlüğe girmesiyle Meşrutiyet (Anayasal Monarşi) rejimine geçilmişse de, 2. Abdülhamit’in 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı yenilgisi bahanesiyle Meclis-i Mebusan’ı kapatması sonucu uzun ömürlü olmamış, ama fikirleri yaşamaya ve halkı etkilemeye devam etmiştir.
Mustafa Kemal Paşa ve Ankara’ya ulaşabilen 153 milletvekili de bu esinle 23 Nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisi’ni (BMM) açarken yetkiyi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi Halife-i rûy-i zemin Padişahtan değil, milletten aldıklarını “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir.” diye belirterek çok önemli bir adım atmışlardır. Bu adım; sadece vatanı kurtarmanın değil, 600 yıldır süren bir düzenin kullarından özgür yurttaşlar yaratmanın da yolunu açmıştır.
Zafere ulaştırılan Milli Mücadele’nin hemen ardından Mustafa Kemal Paşa ve Kemalist Devrim kadroları 1 Kasım 1922’de Saltanata son vermiş, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyeti ilan etmiş, 3 Mart 1924’de Hilafeti kaldırmış, 10 Nisan 1928’de yürürlüğe soktukları 1220 sayılı yasa ile Anayasada gerekli değişiklikleri yapıp devleti kanunen de laikleştirmişlerdir. Böylece Atatürk’ün; henüz işgal devam ederken, Lozan’dan ve Cumhuriyet’ten aylar önce, 16 Ocak 1923 tarihli -Nutuk’da uzun uzun anlattığı - ünlü İzmit gazeteciler buluşmasında verdiği “devletin dini” konusunun ilk fırsatta çözüleceği sözü, Nutuk’un okunmasından sadece 4 ay 10 gün sonra yerine getirilmiştir.
Bugün 10 Nisan Laiklik Günü’nü unutturma çabası içinde olan, halkın kutsal din duygularını istismar eden ve Anayasanın ilk üç maddesini değiştirip laiklik ilkesini yok etmeye çalışan aymazlar; meşruiyetlerinin kaynağını kurutmaya, bindikleri dalı kesmeye çalıştıklarının farkında değiller. Aldıkları kararları kutsal inançlara dayandırarak muhalefetsiz iktidar özlemi çekenler, demokrasinin olmazsa olmazının laiklik olduğunu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Laikliğin değerini öğrenmenin en pahalı ve en acılı yolu, bu temel ilkeyi ve dolayısıyla demokrasiyi yitirip teokratik bir diktanın tutsağı olmaktır. Bunu görmek için sadece Afganistan’a bakmak bile yeterlidir. Laiklik ve Atatürk 101 yıldır milletçe altında güvenle yaşadığımız Cumhuriyet Kubbesi’nin “Kilit Taşı”dır, zinhar oynanmamalıdır.
Atatürkçü Düşünce Derneği; Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’nin laik niteliğini sonsuza dek koruma ve yaşatma azim ve kararında olduğunu bir kez daha kamuoyu ile paylaşmayı, ülkemizi yöneten ve yönetmeye talip olan herkesi de bu azim ve kararlılıkla hareket etmeye çağırmayı görevi saymaktadır.
10 Nisan Laiklik Günü kutlu olsun!
Saygılarımızla…
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
Adına Samandağ Şb bşk Atiye Sönmez Erdoğdu